Hukuk |
Ana
sayfa |
Yenilikler |
Hukuk
programları |
İçtihatlar |
Hukuk
sembolleri |
Hukuki veritabanları
|
Linkler |
|
|
|
|
DERLEME HUKUK İÇTİHATLARI |
|
|
|
|
|
Bulunan içtihat: 1 adet |
HGK.
E: 2004/4-642 K: 2004/648
8.12.2004
- o Rücuan Tazminat
- o Ev Başkanının Sorumluluğu (Ev Reisinin Sorumluluğu)
- o Küçüğün Haksız Fiili
- o Kusursuz Sorumluluk
- o Küçük ile ev Başkanı Arasındaki Bağımlılık İlişkisinin Kesilmesi
- o Okul İdaresinin Küçüğün Davranışlarından Sorumluluğu
743 s. MK m. 320,4721 s. TMK m. 369,YHGK 18.12.2002 gün ve 2002/4-1025
ÖZET:Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir. Davacı idare davalının küçük kızı tarafından dava dışı küçüğün gözüne cam parçası atılması nedeniyle oluşan yaralanmadan dolayı küçüğün velisi tarafından açılan dava nedeniyle ödediği tazminatın aile başkanı sıfatıyla davalıdan tahsilini talep etmektedir.
Uyuşmazlık, İdare Mahkemesinin kesinleşen kararında, zarara neden olan olayda davacı idarenin hizmet kusuru bulunduğunun belirlenmiş olması karşısında, ev başkanı durumundaki davalının da, olay tarihinde yürürlükte bulunan 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 320. maddesi çerçevesinde, küçük çocuğunu tehlikeli davranışlar konusunda yeterince eğitmediği gerekçesiyle zarardan sorumlu tutulmasının mümkün olup olmadığıdır.
Kanunen, ev başkanı alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe, ev halkından olan küçüğün verdiği zarardan sorumlu olacaktır.
Zarara neden olan olay, öğrenim saatleri içerisinde ve okul alanı içerisinde meydana gelmiştir. Söz konusu okul, yatılı olmayan, öğrencilerin günün belirli saatlerinde gördükleri, öğrenimin bitiminden sonra da evlerine döndükleri bir ilköğretim okuludur. Zarar verenin eylemli olarak evin mensubu olmaktan çıktığı, başka bir ifadeyle ev başkanı ile aralarındaki bağımlılık ilişkisinin kesildiği durumlarda, ev başkanının sorumluluğu bu durumun sona erdiği ve zarar verenin tekrar evin mensubu haline geldiği ana kadar ortadan kalkar. Bağımlılık ilişkisinin hangi hallerde kesileceği, uyuşmazlığı doğuran her somut olayın kendi özellikleri çerçevesinde ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Ev başkanı ve baba durumundaki davalının, küçüğün öğrenci velisi sıfatını da birlikte taşısa bile, teneffüs dahil, okul saatleri içerisinde fiilen küçüğün yanında olmasının mümkün olmaması karşısında, bağımlılık ilişkisinin kesildiği ve küçüğün, öğrencilik sıfatıyla tamamen okul idaresinin gözetimi altına girdiği, ona bağımlı halde bulunduğu kabul edilmelidir.
Ancak, ev başkanı salt bu sıfatından dolayı, eğer somut olayın özellikleri onu gerektiriyorsa, küçüğün kendisiyle aralarındaki bağımlılık ilişkisinin kesildiği yer ve zamanlardaki davranışlarının sonuçlarından dahi sorumlu tutulabilir.
Eğer, küçüğü zarar verici eylemde bulunmaya götüren süreçte ev başkanına yüklenebilecek bir kusur varsa, onun sonuçlarından sorumlu olacaktır.
Küçük çocuklar, zarar verici olabileceği konusunda yeterli muhakeme yeteneğine henüz sahip olmadıkları için eylemlerinde kontrolsüz, ölçüsüz ve aşırı olabilir, üçüncü kişilere zarar verici davranışlarda bulunabilirler.
Öte yandan, eğitim doğumla birlikte aile içerisinde başlar ve çocuğun kişiliği okul öncesi döneminde içinde bulunduğu aile ortamı içinde kendisine model oluşturan yetişkinlerin davranışlarını taklit ederek ve onların telkinleri ile şekillenir. Bu nedenle, kendisi şiddete maruz kalan çocuklar, başkalarına aynı davranışları yansıtma eğiliminde olabilirler.
O halde, kavga ettiği bir arkadaşının gözüne cam parçası fırlatarak görme yeteneğini yitirmesine neden olan bir küçüğün bu davranışının, salt okul ortamında ve dolayısıyla kendisiyle fiili bağımlılık ilişkisinin kesildiği bir yer ve zamanda gerçekleşmiş olmasına bakılarak, aile başkanının doğan zarardan hiçbir şekilde sorumlu tutulamayacağı düşünülemez.
Yasanın ev başkanına yüklediği "gözetim altında bulundurma" görevi, sadece bağımlılık ilişkisinin söz konusu olduğu zamanlardaki eylemli bir gözetimle sınırlı olmayıp küçüğün eğitim sürecinde aile başkanı sıfatıyla kendisine düşen görevleri tam olarak yerine getirmeyi de kapsar. Küçüğün, bu görevin yerine getirilmesindeki bir eksiklik nedeniyle, aralarındaki bağımlılık ilişkisinin kesildiği anlarda dahi olsa, başkasına zarar verici davranışta bulunması halinde, ev başkanı sorumlu olacaktır.
Olayda, davalının ev başkanı sıfatıyla küçüğü gözetim altında bulundurma görevini yerine getirmede herhangi bir kusuru bulunup bulunmadığı saptanmalı; bunun için de aile ortamının özellikleri, yetiştirme ilkeleri, küçüğe aile içerisinde gereken ilgi ve özenin gösterilmiş olup olmadığı, saldırgan davranışlara özendirici tutumlara maruz bırakılıp bırakılmadığı, başkalarına zarar verme olasılığı bulunan davranışlar konusunda kendisine gerekli, yeterli eğitimin verilip verilmediği araştırılmalı; küçüğün zarar verici eylemde bulunmasında davalıya yüklenebilecek bir kusur bulunup bulunmadığı belirlenmeli; kusurun varlığının saptanması halinde, bu kusur ile doğmuş olan zararlı sonuç arasında uygun nedensellik bağı olup olmadığı tespit edilkerek sonucuna göre, tarafların sosyo-ekonomik durumları da gözetilerek bir karar verilmelidir.
TAM METİN :
Taraflar arasındaki "rücuan tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sarıkamış Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 24.10.2002 gün ve 2002/130-118 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 09.12.2003 gün ve 2003/4661- 14392 sayılı ilamı ile;
(...Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir. Davacı idare davalı A'nın ilkokul 4. sınıfta okuyan kızı L. tarafından dava dışı Ş'nin gözüne cam parçası atılması nedeniyle oluşan yaralanmadan dolayı olay tarihinde ilkokul beşinci sınıf öğrencisi olan Ş'nin velisi tarafından açılan dava nedeniyle ödediği tazminatın aile başkanı sıfatıyla davalı A'dan tahsilini istemiş, yerel mahkemece okul saatleri içinde ve okulda meydana gelen olay nedeniyle davalının aile başkanı olarak sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Medeni Kanun'un 369/1. maddesine göre, ev başkanı ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumludur. Maddenin açık ifadesinden de anlaşıldığı gibi, üçüncü kişilere verdikleri zararla ev başkanını sorumluluk altına sokanlar; küçük, kısıtlı ve akıl hastalığı veya akıl zayıflığı olan kimselerdir.
Hukuk düzeni, ev başkanını koruyucu ve güvenilir kişi; küçükleri, kısıtlıları, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunanları korunmaya ve gözetime muhtaç kimseler olarak kabul eder. Bu kişiler, küçüklükleri, tecrübesizlikleri, akli yetersizlik ve dengesizlikleri sebebiyle başkaları için tehlike teşkil ettikleri gibi, aynı şekilde başkaları da kendileri için tehlike oluşturabilir. Velayet ve vesayet kurumları küçük ve kısıtlıların, ailenin ve üçüncü kişilerin korunması amacıyla konulmuştur.
Ev başkanlığı, aile halinde birlikte yaşayanların idare edilmesine, öncelikle aile üyeleri arasında bir düzenin kurulmasına, bunların yararına olarak birliğin korunmasına hizmet eder. Bununla beraber ev başkanlığı kurumuyla güdülen asıl amaç, gözetime muhtaç aile üyelerine karşı zarara uğramış olan üçüncü kişileri korumaktır. Yani ev başkanlığı yalnız yetkiler veren bir kurum olmayıp, aynı zamanda görev ve sorumluluklar da yükleyen bir kurumdur. Ev başkanı özen ve gözetim görevini yerine getirmemesinden dolayı üçüncü kişiler bir zarara uğramışlarsa, bu zararı tazminle sorumludur. Ev başkanının MK'nın 369/1. maddesinden doğan sorumluluğu, her şeyden önce şahıs itibariyle sınırlıdır. Başka bir deyişle ev başkanı, sadece küçük ve kısıtlıların haksız davranışları ile başkalarına verdikleri zararlardan sorumludur.
Kural olan, kusurlu davranıştan sadece failin sorumlu kılınması ve bundan doğacak sonuçlara da bizzat onun katlanmasıdır. Cezai sorumlulukta bu ilke "kusurun şahsileştirilmesi" prensibi ile kabul edilmiştir. Aynı ilke, kural olarak hukuki sorumlulukta da geçerlidir. BK'nın 41. maddesinde ifadesini bulan bu ilke gereğince, herkes "Gerek kasten, gerek ihmal ve teseyyüp veya tedbirsizlikle haksız bir "surette" başkalarına verdiği zararı tazminle yükümlüdür.
Bununla beraber pozitif hukuk düzenleri bu tabii hukuk kurallarına bazı istisnalar getirmişlerdir. Söz konusu istisnalara, daha çok sorumlu kişilerin zarar verenle belirli veya kişisel bir ilişki içinde bulunduğu hallerde yer verilmiştir. İşte, hukuk sistemimizde başkasının eyleminden sorumluluğu düzenleyen ayrık hükümlerden biri de MK'nın 369/1. maddesidir.
MK'nın 369/1. maddesi toplumsal hayatta büyük bir pratik ve hukuki ihtiyaca cevap vermektedir. Gerçekten her toplumun önemli bir kesimini çocuklar, yasal bir deyişle, küçükler oluşturur. Bunlar yaşları ve ruhi yapıları itibariyle oyuna ve oyun aletlerine düşkündürler. Ayrıca, çevrelerine karşı aşırı bir ilgi duyarlar. Bu nedenle zamanlarının çoğunu evde, okulda, parkta, sokakta ya da mahalle aralarında oynayarak geçirirler. Gerek oyun içinde, gerekse oyun dışında oyuncak veya diğer araç ve gereçlerle birbirlerine veya üçüncü kişilere her zaman zarar verebilirler. Çocukların bilerek veya bilmeyerek birbirlerinin beden bütünlüğüne ve şahsiyet haklarına saldırıda bulunmaları rastlanılan olaylardandır.
Bütün bu durumlarda, küçük temyiz kudretine sahip ise verdiği zarardan bizzat sorumludur. Ancak, birçok durumda mal varlığı olmadığı için fiilen, birçok durumda ise hem mal varlığı, hem de haksız fiil ehliyeti olmadığı için gerek fiilen, gerekse hukuken sorumlu tutulmaları söz konusu olamamaktadır. Kaldı ki, özen ve gözetime muhtaç kimseleri şahsen sorumlu tutmak mümkün olsa bile, zararın tamamını tazmin ettirmek olanağı her zaman bulunmayabilir. Çünkü temyiz kudretleri yoksa zarar veren aile üyeleri ancak hakkaniyet gereğince sorumlu tutulabilirler (BK. m. 54). Oysa, hakkaniyet ölçüsü bazı hallerde uğranılan zararın tamamının tazminine imkan vermez. Zira, hakkaniyet sorumluluğunda zarar verenin ekonomik durumu elverdiği ölçüde zarar tazmin edilir. İşte bu tür fiili ve hukuki imkansızlıklar küçük, kısıtlı akıl hastası veya akıl zayıfı aile üyelerinin davranışlarından zarar gören kimselere karşı başka bir şahsın sorumlu kılınması ihtiyacını doğurmuştur. Gerçekten, çok sık meydana gelen bu olaylarda, toplumu savunmasız bırakmamak; onu, küçüklere, kısıtlılara, akıl hastası ve akıl zayıflarına karşı korumak gerekir. İşte toplum yararı ve işlerin güvenle yürütülmesi ilkesi, zarar veren bu kimselerin yanında, başka birinin de sorumlu tutulmasını zorunlu kılmıştır.
Türk Hukuk sisteminde ev başkanının sorumluluğu kusura dayanmaz. Diğer bir anlatımla bu sorumluluk kusursuz sorumluluktur. Medeni Kanun'un sözü edilen maddesinde öngörülen ana ilke ev başkanının gözetimindeki özen ödevini yapmamasıdır.
Ev başkanının sorumluluğunun ilk şartı, gözetime muhtaç bir aile üyesinin zararlı bir davranışta bulunmasıdır. Zararlı davranış olumlu hareketlerle olabileceği gibi olumsuz hareketlerle de yaratılır. Olumsuz davranış, başkasını zarardan korumak için bir harekette bulunmak yükümlülüğünün mevcut olmasına rağmen böyle bir davranışta bulunulmadığı zaman söz konusu olur. Bununla birlikte, zararlı davranışlar içinde en çok görüleni olumsuz davranışlardır. Bunlara uygulamada çok çeşitli örnekler verilebilir. Örneğin, oyun sırasında sopa veya dikenli dalla arkadaşına vurmak, taş, kartopu, kağıttan uçak, silgi, ok ve cam gibi cisimler atmak, bıçakla yaralamak, ateşli silahlarla veya oyuncak tabanca ile oynamak, tüfek veya tabanca ile ateş etmek, bir araçla çarpmak, yangın çıkarmak, ırza geçmek ve hırsızlık yapmak gibi eylemlerde durum böyledir.
MK'nın 369/1. maddesinin uygulanabilmesi için her şeyden önce ortada bir zararın bulunması gerekir. Gözetime muhtaç aile üyelerinin sebep oldukları zararın çeşidi, ev başkanının sorumluluğu bakımından önemli değildir. Zira, ev başkanı gözetimi altındaki kişilerin üçüncü kişilere verdikleri her türlü zarardan sorumludur. Bu zararlar, beden bütünlüğünün ihlali, adam öldürme gibi şahsa ilişkin olabileceği gibi eşya ile ilgili de olabilir. Uygulamada en çok görülen zarar türü, beden bütünlüğüne yönelen zararlardır. Bunlar arasında en çok gözü kör etmek, yaralamak, parmak kesmek, ölüme sebebiyet vermek gibi zararlara rastlanmaktadır. Eşya ile ilgili zararlar arasında ise yakmak, yıkmak, hırsızlık, şahsiyet haklarına yönelik zararlar arasında ise, ırza geçme başta gelmektedir.
Ev başkanının kendine düşen özen ve gözetim görevini yerine getirip getirmediği, zarar verici olayın özelliklerine göre belirlenmelidir. Her olayın gerektirdiği tedbirler, her şeyden önce, kendi şartları içinde düşünülmelidir. Bu bakımdan, ev başkanının alması gereken tedbirler olaydan olaya göre değişebilir. Örneğin, zarar verici olayın gerekli kıldığı tedbirler duruma göre sadece eğitmek, öğüt ve talimat vermek, uyarı, ihtar ve yasaklamak şeklinde olabileceği gibi, bunların izlenmesi ve kontrol edilmesi şeklinde de olabilir. Bununla beraber, zarar verici olay ve tehlikeye dikkat çekmek, bilgi vermek ve aydınlatmak, duruma göre tehlikeli şeyleri ortadan kaldırmak, atmak veya muhafaza altına almak da somut olayın gerektirdiği tedbirler çerçevesinde düşünülebilir. Tüm zarar verici eylemlerde ev başkanına düşen tedbirler, genel ilkeler içinde düşünülmelidir. Zira, en zararsız oyuncak veya nesneler bile, bazen küçüklerin dikkatsizlikleri ve beceriksizlikleri nedeniyle veya umulmayan bir sebebin eklenmesiyle zarara sebep olabilir.
Yukarıdaki bilimsel açıklamalar ışığında dava konusu olayın değerlendirilmesine gelince; davacı idarenin okul saatleri içinde gereken dikkat ve özeni göstermediği, öğrenciler teneffüste gözetimden uzak kaldığından dolayı davalının küçük çocuğunun dava dışı küçüğün gözüne cam parçası atması ile beden gücü kaybı oluşacak şekilde yaralanmanın meydana geldiği idarenin hizmet kusurunun bulunduğu idari yargı kararı ile de belirlenmiştir. Ne var ki davalı ev başkanı olarak MK'nın 369/1. maddesi gereğince küçük çocuğunu tehlikeli davranışlar konusunda yeterince eğitmediğinden sorumluluğu bulunmaktadır. Tarafların sorumluluklarının ölçüsü somut olayın özellikleri; fiziksel ve çevresel faktörler ve sosyo-ekonomik durumu da gözetilerek belirlendikten sonra tazminata hükmedilmesi gerekir. Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeksizin davanın reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir...)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl ve birleştirilen dava, rücuen tazminat istemine ilişkindir.
A- DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacı Milli Eğitim Bakanlığı vekili, Sarıkamış E. İlköğretim Okulu 4. sınıf öğrencisi olan davalının kızı L.'nin attığı cam parçasının gözüne isabet etmesi sonucunda, aynı okul öğrencilerinden Ş.'nin sol gözünü kaybettiğini, babası N.'nin bu olay sebebiyle Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine hizmet kusuruna dayanarak Erzurum İdare Mahkemesi'nde açtığı maddi ve manevi tazminat davası sonucunda verilip kesinleşen karar gereğince, kendisine tazminat ve faiz olarak 03.07.2002 tarihinde toplam 54.306.660.000.-TL ödendiğini; tazminata sebep olayın küçük L.'den kaynaklanmasından dolayı, babası olan davalının 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 320. maddesi gereğince aile başkanı sıfatıyla ve kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca zarardan sorumlu bulunduğunu, davalının veli olarak objektif özen yükümlülüğünü yerine getirmediğini ileri sürerek, ödenen tazminat tutarı 54.406.660.000.-TL'nin, ödeme gününden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan rücuen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davacı vekilince 15.01.2004 tarihli dilekçeyle açılıp 14.04.2004 tarihli kararla birleştirilen davada ise, asıl davanın açılmasından sonra İdare Mahkemesi kararı uyarınca davacı tarafından N'ye 12.05.2003 tarihinde ödenen 5.055.350.000.-TL avukatlık ücretinin de ödeme tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsili istenilmiştir.
B- DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Davalı A. asıl davaya cevap vermemiş, birleştirilen davadaki cevap dilekçesinde, olayın okul saatleri içerisinde meydana geldiğini, okulda geçen sürelerde kendisinin küçük kızından sorumlu olmadığını, sorumluluğun okul idaresine devredilmiş bulunduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
C- YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Yerel mahkeme, zarar verici olayın okulların açık olduğu bir zamanda ve davacı Milli Eğitim Bakanlığı'nın sorumluluğu altındaki bir yerde meydana geldiği; çocuğunu okula gönderip idareye teslim eden davalının okul saatleri içinde başka bir tedbir almasının mümkün bulunmadığı, Medeni Kanun'un 369/1. maddesi gereğince alışılmış şekilde çocuğunu gözetim altında tuttuğu açıkça anlaşılan ev başkanı davalının bir kusurundan söz edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
D- TEMYİZ EVRESİ VE DİRENME:
Davacı vekilince, zarar verici olayın gereken dikkat ve özeni göstermemiş olmasından kaynaklandığı öne sürülerek temyiz edilen karar, özel dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkeme gerekçesini tekrarlayarak önceki kararında direnmiştir.
Bu karar taraflarca temyiz edilmiştir.
E- MADDİ OLAY:
Sarıkamış E. ilköğretim Okulu 4. sınıf öğrencisi olan davalının kızı 28.03.1986 doğumlu L. ile, aynı okulda 5. sınıf öğrencisi olan dava dışı N'nin kızı Ş'nin, 21.10.1997 günü teneffüs saatinde okul alanı içerisinde kavga ettikleri, L' nin bir cam parçasını fırlatması sonucunda, Ş'nin sol gözünün görme yeteneğini yitirdiği; Sarıkamış Cumhuriyet Savcılığı'nın 19.02.1998 günlü iddianamesiyle, işlenen suçun TCK'nın 456/2. maddesi kapsamında bulunduğu, ancak suç tarihinde 11 yaşını bitiren, 15 yaşından küçük olan sanık L'nin farik ve mümeyyiz olmadığının doktor raporuyla belirlendiği gerekçesiyle, hakkında 2253 S.K. uyarınca tedbir uygulanmasını istediği, Sarıkamış Asliye Ceza Mahkemesi'nin 24.04.1998 günlü kararıyla suçu sabit gördüğü ve sanığın anılan yasa uyarınca babasına teslimine hükmettiği; Ş'ye velayeten babası N. tarafından Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine 18.01.1999 günlü dilekçeyle açılıp, Erzurum İdare Mahkemesi'nin 2002/32 esas sayılı dosyasıyla görülen tazminat davası sonucunda, olayda davalı Bakanlığın hizmet kusuru bulunduğu kabul edilmek ve alınan sağlık kurulu raporundaki % 32 oranında işgücü kaybı ve uzuv tatili bulunduğuna dair değerlendirme ile bu orana göre bilirkişice yapılan tazminat hesabı esas alınmak suretiyle, 16.892.000.000.-TL maddi tazminatın idareye başvuru tarihi olan 18.09.1998'den itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, davacı yararına 1.213.520.000.-TL avukatlık ücretine karar verildiği, 17.01.2002 günlü bu kararın temyiz edilmeyerek 14.03.2002 günü kesinleştiği; davacı Bakanlığın bu ilama dayalı olarak, dava dışı N'ye, hüküm altına alınan tazminat tutarı ve işlemiş faizleri toplamı 54.306.660.000.-TL'yi 03.07.2002 günü; ilamdaki avukatlık ücreti ve yargılama giderleri ile bunların işlemiş faizleri toplamı 5.055.350.000.-TL'yi de 12.05.2003 günü ödediği toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Bu yönler uyuşmazlık konusu da değildir.
F- GEREKÇE:
1. Davacı vekilinin temyiz itirazları bakımından:
Bozma ve direnme kararlarının gerekçe ve kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, İdare Mahkemesinin kesinleşen kararında, zarara neden olan olayda davacı idarenin hizmet kusuru bulunduğunun belirlenmiş olması karşısında, ev başkanı (ev reisi) durumundaki davalının da, olay tarihinde yürürlükte bulunan 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 320. maddesi çerçevesinde, küçük çocuğunu tehlikeli davranışlar konusunda yeterince eğitmediği gerekçesiyle zarardan sorumlu tutulmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, özel daire bozma ilamında, Türk Medeni Kanunu'nun 369/1. maddesindeki düzenlemeye ve konuya ilişkin bilimsel görüşlere dayalı olarak, "ev başkanı" kavramına ve onun sorumluluğuna ilişkin ilkeler yönünden yapılan açıklamaların; zarara neden olan eylemin gerçekleştiği tarih itibariyle somut olayda uygulanması gereken ve anılan hükme tamamen paralel bir düzenlemeyi içeren 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 320. maddesindeki "ev reisi" kavramı ile onun sorumluluğuna ilişkin genel ilkeler bakımından da geçerli bulunduğu, Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşme sırasında ittifakla benimsenmiştir.
Gerek Türk Medeni Kanunu'nun 369/1 ve gerekse 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 320. maddelerinde, ev başkanının (ev reisinin) alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe, ev halkından olan küçüğün ve sayılan diğer kişilerin verdiği zarardan sorumlu olacağı benimsenmiştir. Bu benimsemenin nedeni, hukuk düzeninin, ev başkanını (ev reisini) koruyucu ve güvenilir kişi; -somut olaydaki gibi- küçüğü ise, korunmaya ve gözetime muhtaç kimse olarak kabul etmesidir.
Bu noktada, somut olay bakımından şu yönün açıklanmasında yarar görülmüştür: Zarara neden olan olay, öğrenim saatleri içerisinde ve okul alanı içerisinde meydana gelmiştir. Söz konusu okul, yatılı olmayan, öğrencilerin günün belirli saatlerinde gördükleri, öğrenimin bitiminden sonra da evlerine döndükleri bir ilköğretim okuludur.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 18.12.2002 gün ve 2002/4- 1025 Esas, 2002/1080 Karar sayılı kararında da açıklandığı üzere, zarar verenin eylemli olarak evin mensubu olmaktan çıktığı, başka bir ifadeyle aralarındaki bağımlılık ilişkisinin kesildiği durumlarda, ev başkanının (ev reisinin) sorumluluğu bu durumun sona erdiği ve zarar verenin tekrar evin mensubu haline geldiği ana kadar ortadan kalkar. Bağımlılık ilişkisinin hangi hallerde kesileceği, uyuşmazlığı doğuran her somut olayın kendi özellikleri çerçevesinde ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken bir sorun olmakla birlikte, örneğin, akıl zayıflığı taşıyan birinin sağlık kurumuna yatırıldığı veya bir öğrencinin yatılı okula alındığı hallerde, ev başkanı (ev reisi) ile aralarındaki bağımlılık ilişkisinin kesilmiş sayılması gerektiğinde öğreti ve Yargıtay kararlarında görüş birliği vardır. Buna karşılık, somut olayda olduğu gibi yatılı olmayan, öğrencilerin sadece günün belirli saatlerinde öğrenim gördükleri eğitim kurumlarında geçen süre bakımından, ev başkanı ile zarar veren arasındaki bağımlılık ilişkisinin kesilip kesilmeyeceği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.
Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşme sırasında, bu nitelikteki bir eğitim kurumunda, ev başkanı ve baba durumundaki davalının, küçüğün öğrenci velisi sıfatını da birlikte taşısa bile, teneffüs dahil, okul saatleri içerisinde fiilen küçüğün yanında olmasına hem eğitim ilkeleri açısından ve hem de eylemli olarak olanak bulunmaması karşısında, bağımlılık ilişkisinin kesildiği ve küçüğün, öğrencilik sıfatıyla tamamen okul idaresinin gözetimi altına girdiği, ona bağımlı halde bulunduğu kabul edilmiştir.
Dolayısıyla, somut olayda, davalı ile küçük kızı arasında, olayın meydana geldiği yer ve zaman itibariyle, bir bağımlılık ilişkisinden söz edilemez; davalının böylesi bir ilişkiden kaynaklanan sorumluluğu söz konusu olamaz.
Ne var ki, ev başkanı salt bu sıfatından dolayı, eğer somut olayın özellikleri onu gerektiriyorsa, küçüğün kendisiyle aralarındaki bağımlılık ilişkisinin kesildiği yer ve zamanlardaki davranışlarının sonuçlarından dahi sorumlu tutulabilir.
Vurgulanmalıdır ki, ev başkanının sorumluluğunun kusursuz sorumluluk ilkesi çevresinde değerlendirilmesinin nedeni, sadece, doğan zararın doğrudan doğruya kendisinin kusurlu bir eyleminden kaynaklanmaması; başkasının (somut olaydaki gibi, küçüğün) zarar verici bir eyleminin sonuçlarından sorumlu tutuluyor olmasıdır. Eğer, küçüğü zarar verici eylemde bulunmaya götüren süreçte ev başkanına yüklenebilecek bir kusur varsa, onun sonuçlarından sorumlu olacağı doğaldır.
Özel daire bozma kararında ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, küçükler, ruhsal yapıları itibariyle oyuna ve oyun aletlerine düşkün, çevrelerine karşı aşırı ilgilidirler. Hangi davranışlarının zarar verici olabileceği konusunda yeterli muhakeme yeteneğine henüz sahip olmadıkları için de, eylemlerinde kontrolsüz, ölçüsüz ve aşırı olabilir, üçüncü kişilere zarar verici davranışlarda bulunabilirler.
Öte yandan, eğitimin doğumla birlikte aile içerisinde başlayan, belli bir yaştan sonra ilgili eğitim kurumlarının da katkısıyla süren ve ölümle sonlanan bir süreç olduğu; kişiliğin büyük ölçüde bireyin okul öncesi döneminde, aile içerisinde geçen 0-6 yaş arasında oluştuğu; kişiliğin bu dönemde bulunduğu aile ortamında kendisine model oluşturan yetişkinlerin davranışlarını taklit ettiği, belli durumlarda hangi davranışı benimseyeceği konusundaki telkinlere de tamamen açık bulunduğu, en önemlisi de, günlük yaşam içerisinde tanık olduğu gerçek uygulamaları büyük ölçüde birebir benimsediği, kendisi şiddete maruz kalan çocukların, başkalarına aynı davranışları yansıtma eğiliminde olabildiği bilinmektedir.
O halde, kavga ettiği bir arkadaşının gözüne cam parçası fırlatarak görme yeteneğini yitirmesine neden olan bir küçüğün bu davranışının, salt okul ortamında ve dolayısıyla kendisiyle fiili bağımlılık ilişkisinin kesildiği bir yer ve zamanda gerçekleşmiş olmasına bakılarak, aile başkanının doğan zarardan hiçbir şekilde sorumlu tutulamayacağı düşünülemez.
Yasanın ev başkanına yüklediği "gözetim altında bulundurma" görevinin, sadece bağımlılık ilişkisinin söz konusu olduğu zamanlardaki eylemli bir gözetimle sınırlı bulunmadığı; küçüğün eğitim sürecinde aile başkanı sıfatıyla kendisine düşen görevleri tam olarak yerine getirmeyi de kapsadığı ve küçüğün, bu görevin yerine getirilmesindeki bir eksiklik nedeniyle, aralarındaki bağımlılık ilişkisinin kesildiği anlarda dahi olsa, başkasına zarar verici davranışta bulunması halinde, sorumluluğun mevcut olacağı kabul edilmeli; anılan kavram bu içerikte anlaşılmalıdır.
Bu ilkeler ışığında, somut olaya bakıldığında; mahkemece yapılması gereken iş;
Davalının ev başkanı sıfatıyla küçüğü gözetim altında bulundurma görevini yerine getirmede herhangi bir kusuru bulunup bulunmadığının saptanması; bunun için de aile ortamının özellikleri, yetiştirme ilkeleri, küçüğe aile içerisinde gereken ilgi ve özenin gösterilmiş olup olmadığı, saldırgan davranışlara özendirici tutumlara maruz bırakılıp bırakılmadığı, başkalarına zarar verme olasılığı bulunan davranışlar konusunda kendisine gerekli, yeterli eğitimin verilip verilmediği ve somut olay bakımından sonuca etkili olabilecek benzeri yönlerden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması; bu konuda çocuk gelişimi ve eğitimi konusunda uzmanlığı bulunan bilirkişiden veya bilirkişi kurulundan da görüş alınması; bu yolla, somut olayda küçüğün zarar verici eylemde bulunmasında davalıya yüklenebilecek bir kusur bulunup bulunmadığının belirlenmesi; kusurun varlığının saptanması halinde, bu kusur ile doğmuş olan zararlı sonuç arasında uygun nedensellik bağı olup olmadığının, eğer bu bağ varsa, söz konusu kusurun, zararlı sonucun doğmasında hangi oranda etkili olduğunun belirlenmesi, ortaya çıkacak uygun sonuç çerçevesinde, tarafların sosyo-ekonomik durumları da gözetilerek bir karar verilmesidir.
Yerel mahkemece, aynı sonucu öngören özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken, eksik incelemeye dayalı önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
2. Bozma nedenine göre davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve özel daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nın 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 08.12.2004 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Kaynak: yargıMatik RD
(DERLEME) |
|
|
|
|
KEYWORDS: içtihatlar, Yargıtay Kararları, Yargıtay Kararları Dergisi, Ceza Genel Kurulu, Hukuk Genel Kurulu, İçtihadı birleştirme kararı, Emsal Karar, temyiz, bozma, Yargılamanın Yenilenmesi, Olağanüstü itiraz, Aleyhe bozma yasağı, ceza, ağır hapis, hapis cezası, Ykd programı, ictihat makrosu,bakale.com,bakalecom,bakale
|